Mesleki hayatım boyunca yazdığım en önemli köşelerden birini kaleme aldığımı düşünüyorum. Uyarıların acil dikkate alınması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Öyle ki köşemde rapor olarak sunduğum bu yazı, fikir yazısı şeklinde, bir biriyle ilişkili birçok diziden oluşmaktadır.
Ülkemiz, belki de tarihinin fırsatını yakalamışken, bürokrasi krizi ile geriye çekilmeye çalışıldığına şahit oluyoruz. Fırsat çağı olarak nitelendirebileceğimiz bu dönem içerisinde, bakanlık bazında bakıldığında tek doğru çalışan bakanlığın, “Dışişleri Bakanlığı” olduğunu gözlemliyoruz. Öte yandan çağımızda yapılan bazı hatalar, fırsatlar dönemi dediğimiz bu dönem içerisinde, Türkiye’yi geriye çektiğini net bir şekilde anlayabiliyoruz.
İlk olarak “Milli Eğitim Bakanlığı” ile başlayalım…
Milli Eğitim Bakanlığı, okulların hijyen sorunlarından tutun, mülakatı yapılmış, atanmaya hak kazanmış, ama atanamayan öğretmen sorununa kadar bir dizi sorunun merkezinde bulunuyor. Öte yandan, yeni çıkartılan müfredat ve öğretmen yönetmeliği ile eğitim sistemi içerisindeki bazı dinamiklerin sekteye uğradığını, rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle, “maarif modeli” uygulamaları ile sistemin sorunsallarının hızlı bir şekilde nüksettiğini görebilmekteyiz. Diğer taraftan, afet ve savaş gibi kriz durumlarında, Türkiye’ye stratejik hareket kabiliyeti kazandıran “Hayat Boyu Öğrenme” kavramının durma noktasına gelmesi bu sorunların, tuzu biberi haline gelmektedir.
Belirttiğimiz bu sorunları, örnek olaylar çerçevesinde açıklayacak olursak; basının, okullardaki hijyen konusunu ele almasıyla başlayan süreç, bakanlığın temizlik personeli sayısını açıklamasıyla devam ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre, 60 bin 487 okulda 143 bin 355 temizlik personeli olduğu açıklandı. Peki, bu personeller neden yetmiyor? Neden velilerin okulu temizlemesi, aidat ücreti talebi gibi durumlar ile karşılaşıyoruz? Cevap çok basit. Denetimsizlik… Bakanlık, basınla, veliyle, öğrenciyle, vatandaşlarla polemiğe gireceğine, birilerinin şikâyet etmesini beklemeden okulları denetlese bu tür sorunların olacağını sanmıyorum. Hatırlar mısınız? Bilmiyorum. Her yıl çat kapı müfettiş gelirdi okulumuza… Öğretmeni, idareciyi, personeli denetlerdi. Nerede, bu müfettişler? Neden bu müfettişler, sadece soruşturma olduğunda okulları ziyaret ediyor?
Gelelim diğer soruna, öğretmenlerimiz...
Öğretmenlik dünyanın en kutsal mesleği… Dolayısıyla, öğretmen ataması da kutsal bir görev. Yine bakanlığın açıklamasında, atamanın mahkemelik olduğu, idare mahkemesinin kararının beklendiği, bu sonuçlara göre hareket edileceği açıklanmış. Komediye bakar mısınız? 20 Bin öğretmen, usule aykırı olduğu düşünülen bir atamayla atanmak için bekletiliyor. Peki, kardeşim... Her biri birbirinden değerli öğretmenlerimizin umutlarıyla neden oynuyorsunuz? Neden, durmadan kafanıza göre atama şartlarının değiştirip, insanların mağduriyetine sebep oluyorsunuz? Açıklaması ve cevabı çok basit; devlet yönetmeyi, apartman yönetmek sanırsanız olacağı budur. Her gelen bakan, kafasına göre, hiçbir dayanağı olmadan, farklı karar uygulamaya çalışırsa öğretmenlerimizin ataması, bir önceki yöneticinin usulüne takılır işte.
Gelelim bir diğer soruna, eğitim sistemi…
Müfredat konusuna hiç girmiyorum. Öğretmen yönetmeliğine de hiç girmiyorum. Bu konulara girip, moral bozmak istemiyorum. Ancak, “maarif modeli” kavramına biraz değinmek istiyorum. “Eğitimde maarif modeli”, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi birçok tanımlamaya sahip olan bu model, ne işe yarıyor? Açıklamalarında olduğu gibi gerçekten de vicdanlı, erdemli, yetkin, değerlerine önem veren nesiller yetiştirmeyi mi amaçlıyor? Yoksa başka bir amacı mı var ? Her şeyi geçtim, eğitimde maarif modeli tanımlaması nedir? Maarif, Arapça bir kelime ve Türkçesi eğitim demek zaten. Eğitimin, eğitim modeli mi olmuş oluyor bu model? Maarif modeli kapsamında, okulların bazı projelerine bakma fırsatı buldum. Durum içler acısı... Modelin sunumlarında, ortaya konulan çıktıların hayata geçmesi için, sadece Milli Eğitim Bakanlığı faaliyetleri yetmez. Bu çıktılar, sosyolojik, psikolojik birçok bilimsel önermeyi içerisinde barındırırken, modelde belirtilen çıktıların tam anlamıyla gerçekleşmesi, yalnızca Milli Eğitim Bakanlığının yürüttüğü faaliyetlerle neredeyse imkânsız. Yani bu çıktıların gerçekleşmesi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı dâhil olmak üzere birçok bakanlığın görev alanlarıyla ilintili bir şekilde hareket edilmesine bağlıdır. Peki, maarif modeli ile ilgili sorularımızın cevabı ne olacak dersiniz? Çok basit bir cevabı var aslında. Sürdürülebilir, gelişime ve geliştirmeye açık, vizyoner, idealist, önünü görebilen bir eğitim sistemini getirdiğimizde, tüm bu sorunların önüne geçebileceğimizi düşünüyorum. Ülkemizde her değişen bakan, kolları sıvazlayıp eğitim sistemimizle oynuyor. Bu durumda, mevcut bir eğitim sisteminden ziyade kobay olarak kullanılan öğrencileri, nesiller arası farklılaşmayı ve en önemlisi nesiller arası ayrışmayı doğuruyor.
Sorunların tuzu biberi, hayat boyu öğrenme…
Depremde battaniye diken, yine depremde hijyen malzemesi üreten, yine deprem sonrası faaliyetler kapsamında depremzedelerin sosyalleşmesine katı sunan, yine STK’ler ile deprem sahasında bulunan usta öğreticilerimizin, tasarruf tedbirleri ile hakkı yeniyor. Öte yandan, Filistin’de bebekler için uyku tulumu üreten, yine Filistin savaşında haksızlığa uğrayan halk için sarf malzeme üreten usta öğreticilerimizin hakları yeniyor. Hayat boyu öğrenme kurslarına getirilen kotalar, ödenmeyen usta öğretici ödenekleri, hakları yenen usta öğreticilerin bıkkınlığa uğratılması hayat boyu öğrenme faaliyetlerini durdurmuş durumda. Hayat boyu öğrenme, bilginin güncel halidir. Hayat boyu öğrenme, eğitimin sürdürülebilir halidir. Ülkemize olan stratejik katkıları, deprem ve savaşta olan katkıları şöyle bir kenara dursun, hayat boyu öğrenme faaliyetlerini bir örnek ile açıklayalım: Bir muhasebeci düşünün, 2019 yılında mezun olmuş olsun. Bu muhasebecinin, 2024 yılında gelişen muhasebe uygulamalarını takip etmesi için ne yapması gerekli? Tabii ki kursa gitmesi değil mi? İşte hayat boyu öğrenmenin faaliyet alanı, bu kurslar değerli arkadaşlarım. Maalesef bu kurslar, kota engeli nedeniyle açılamıyor. Kadrolu usta öğreticilerin çalışmasını dahi sağlayan dışardan usta öğreticilerin görevlendirmesi yapılamıyor. Taze mezun olmuş, alanında en güncel bilgiye sahip usta öğreticilerimizin bu şekilde hakları yeniyor.
Değerli dostlar, sadece Milli Eğitim Bakanlığı’mızın birkaç sorunu 699 kelimeden oluşuyor. Durumun, ne kadar vahim olduğunu görmeliyiz.
Çözüm ise çok basit…
-Sürdürülebilir, gelişime açık eğitim sistemi,
-Kapsayıcı denetleme sürecini içinde barındıran denetim mekanizmasının oluşturulması,
-Sürdürülebilir, gelişime açık öğretmenlik yönetmeliği,
-Sürdürülebilir eğitimin merkezinde bulunan hayat boyu öğrenme faaliyetlerinin tüm hızıyla devam etmesinin sağlanması,
çözüm için en önemli önermedir.